23 Nisan 2010 Cuma

Susarsan Yıkılır Bu Kent

Susarsan Yıkılır Bu Kent

Susarsan yıkılır bu kent, kirlerim de gider
Bir çocuk gibi uzanırım gözlerinin içine
Adres bu, kimsesizlik ne demek
Ceviz yeşili olurdu bütün duygular
Kir midir yalnızlık, durmadan kalabalık olurdun
Güler miydik sen bir şarkıda diretirken

Susarsan kim okşar notaları
Kelimeler kimle barışır gece olunca

Hikâyeni düşünüyorum şimdi ve duygularını
Sustuğun yerde bir şeyler kırılıyor
İçimdeki caddelere adımlarını ekliyorum, susuyorsun
Kendime sığınıyorum ve ayak seslerine
Dudakların kalabalığın mahşeri oluyor
Bir de seni ekliyorum susuşlarıma, susuyorsun

Unut selamı saygıyı yürümeyi ve sokakları
Belki seninle değişir tüm hurafeler
Geriye siyah bir renk kalır,
Konuşan, konuştukça dilenen saçlar
Tadını bilmediğimiz hisler kalır yalnız
Yalnızlığımıza alırız onları, kirletiriz.
Çıplak bir sandalyeyi giydiren bir kadınız her akşam

Susarsan Bağdat peçeli bir kadın olur acılarıma
Bir ceylan sessizliği olur burada aşklar

Burnu akan çocuklar olur dokunduğun aşklarda
Kendini sıkıştırmaya çabaladığın çerçeveler
Ve duvara bir çivi çakılıyor tüm kadın parmaklarıyla
Fotoğraflar çerçeveler yerine kadın günahları
Ve bana aşk anlatılıyor tüm susuşlarında
Gel-gitler yalpalamalar yerine aşk hikayeleri
Bir lili marlen türküsü bir zagrep radyosu şimdi uzak
İşgali ve devrimi hatırlatıyor çarpan kalplere


Susarsan yıkılır bu kent kirler de ölür
Bir tufan olurum sustuğun her yerde

Şiirin ağzını burnunu büktük kendi emellerimiz için.
Lakin, “susma” kelimesinin geçtiği dizeleri bozmadım.
Bozamaya kıyamadığım bir dize daha var:
“Sokul yanıma sen, ellerin sımsıcak kalsın”

alıntı

1 Nisan 2010 Perşembe

Hayati Önemi Olan Acılar

Hayati Önemi Olan Acılar

bir elmanın armuda dönüşebildiği
yıllardı
çocukların bir azarla arızalandığı yıllar,
yağmurlardan
sözederlerdi
aynalar emziren kadınlardan sözedercesine,
-küskün
kırçiçekleri ölümcül bir talihsizlikti..-
kimi sözcükler kimi
sözcükleri gizlerdi içinde
örneğin dEVRİMci, örneğin GÜZel
sözcükler
büyüydü
sözcükler d...üğümdü
gökçekimine maruz martılarla gelirdi
akşamüstü
o martılara takılıp giderdi sevinç ve huzur,
aşkın
soyadı intihardı
yaşamın soyadı yorgunluk,
yeryüzünden
militanlara, haklı şelaler akardı..

bir elmanın armuda
dönüşebildiği yıllardı
sokakların bir kahkahayla kırılıp ağladığı
yıllar
askere giden delikanlının hüznü gibiydi sevişmeler
teskere
almış bir delikanlının gözleri vardı yataklarda
ters dönmüş bir
tırnağın ağrısını duyardık konuşurken
susmuş bir kuş rengi o
kahverengi fotoğraflarda
yarım bıraktırılmış bir şiirden
sözederlerdi
bıçaklanmış bir komiserden sözedercesine,
-suyu
kimse suçlayamazdı- -
- -su, çok çözümlü bir cebir sorusu-
bir
kedi ansızın kendi kendini tırmalardı

bir elmanın armuda
dönüşebildiği yıllardı
bir diş doktoru bütün dişlerini çekerek
ölebilirdi
yani o kadar zor bir zamandı
herkesin saati vardı ve
ölüm arta kalandı
bir fıkra anlattı mı -açık saçık bir şeydi-
biri
fıkra anlattı mı -abartısız gülüşülürdü-
soluk bir serinlik
serilirdi ortalığa!

ut çalan bir oğlandan haber getirmişti tüm
ömürler
o ömürler 'defol! ' denmiş ölü postacılar gibi
o ömürler
tay kokardı, sıpa kokardı, ten kokardı
korkardım seni özlediğimi
itiraf etmekten
korkardım işte, bana ne, korkardım
-yunus
koleksiyonu yapan ipek bir öğretmendim
dersimin adı: ölmek
istemiyorum psikolojisi
artık ayaklansak burjuvazisi
öğrencilerin
ise: toprak ve ruh, eylem ve sis-
o kızlar boklu sakız çiğnerken
o
yoldaşlar savaşır ve hüngür hüngür ağlardı

bir elmanın armuda
dönüşebildiği yıllardı
hatırlarsın, seniha'nin çocuğunu düşürdüğü
yıllar
seniha bir hoş hatıranın lakabıydı
hem insan kendisiyle
ne kadar barışık kalabilir
televizyonda gökkuşağı belgeselleri
okul
kaçamakları belgeselleri yayınladığı yıllar
ellerin dudaklarla
pastanelerde buluştuğu yıllar
dizlerin titrediği, dizkapaklarının
kandığı yıllar
o yıllar, hatırlarsın!

bir piyano çalmıştık
gece yarısı mezarlıktan
beyaz tuşlar devrim sabahıydı, siyah tuşlar
kaybedilenler

ve chopin koymuştuk beslediğimiz kedinin adını
chopin aşağı
chopin yukarı
yani kedilere asansör muamelesi
velakin mondros
mütarekesi yürümüştük
ne kadar güzeldi Mustafa Kemal
sen de
severdin hatırlarsın

bir elmasın altına dönüşebildiği yıllardı
sağanaklardan
sözederlerdi
bir gazetecinin fotoğraf makinesini kırarcasına,
küçük
odamızın pencereleri günlük gazetelerle örtülüydü
-köşe yazarımız:
hüzün, magazin ekimiz: umut! -
yerdeki kilimi bir ayrılıkla
yakmıştın
buğulu bir ahu gözü müydü o delik? bir hain gözü?

duvarlarda
ütopyamızın posterleri
ve çocukluğunda bir çete reisiyken
giydiğin
eldivenin teki
çitlenbik kokardı hala
tay kokardı, sıpa
kokardı, ten kokardı
korkardım seni sevdiğimi itiraf etmekten
korkardım
işte, bana ne, hayata ne, ölüme ne!
binbaşı annenin, babanın
kurbağaya dönüştüğü yıllar
sen bana küçük prens derdin ben sana
benerci
sen bana mayakowski ben sana che
sen bana werther ben
sana tom sawyer
hem insan kendisiyle öpüşebildikçe artardı
yani o
kadar zor bir zamandı
sözcükler büyüydü
sözcükler düğümdü
hatırlarsın

suyu kimse suçlayamaz!

kimi sesler kimi sesleri gizlerdi
özünde
kimi yüzler kimi yüzleri istemsizce,
doğada tik halinde
bir dinginlik vardı
yaradılışımıza katılmış bir ikonanın varlığı
renklerimizi,
davamızı rahatsız ederdi
evsahibemiz: tanrının ta kendisi
kasvetli
şey, alışılmış şey, şıllık şey!
göğüs kafesimize takılmış bir broş
değildi
yüreklerimiz
allahın her günü sevdalarla dolar dolar boşalırdı
bir
elmanın armuda dönüşebildiği zor yıllardı

duydum ki
armut
ihraç ediyormuşsun şimdi mut-dışına
bense, elma topluyorum yine
komşu
bahçedeki darağaçlarından?

Küçük İSKENDER