22 Kasım 2009 Pazar

En sıcak sesinle karşıla sabahı

En sıcak sesinle karşıla sabahı








Herkes gibi herhangi biriydin sende. Kendi dünyanın kapılarını dışarıya açtığın zaman gördün hayatın tüm girdaplarını. Kendinle barışıktın, bastığın yeri bilecek kadar kendinden emin, konuştuğu her sözün karşıdan getirebileceği sesi bilecek kadar uyanık, korkutucu derecede zeki, kurallarına son derece bağlıydın. İstediğin çok değildi ama senin az dediğin diğerleri için aşırı olabiliyor, bu sebepten yargılanıyor, eziyet çekmeye mahkûm ediliyordun.



Seni ağlatanı ağlatmak gibi düz mantık olmadı ilk zamanlar, düşünemedin belki toz duman içerisinde. Günler karanlık, kapıların sıkıca kapalıydı. İyiliklerle kötülükler kalın çizgilerle ayrılsa bile gri belirsizlikler seni yağmur bulutu misali kaplamıştı her şey hiçbir şey olmuştu göremezdin.



İyilikler yoktu, kötüler ise hıyanetin yalanın, hazzın ve şehvetin doruklarında sana ördükleri ağın etrafında kol geziyordu. Mutluluk için, insanca duygular beslemek için yapabileceğin herşeyi yerine getirdiğini düşünüyorsun bakınıyorsun etrafına yine yalnızsın. Her kaçışın ardında bulunma korkusuyla kıpır kıpırsın. Her karanlığın sonu muhakkak aydınlık, her okun sonunun muhakkak hedef olduğunu bilerek kendine doğru özüne doğru seyyah adımlarla seyahat halindesin. Hem düşünsene; Acılarda olgunlaştırırmış, beslermiş benlikleri. Bakıyorum da acılara tutunarak yaşamayı öğreneli epeyce bir zaman olmuş. Mutluluğun artık çift kişilik olmadığını, tek kişilikte yaşanabildiğini, nefes almanın, sahilde martılara simit atıp sıcak çayın buğusunu içine çekmenin keyfini, avaz avaz şarkılar söylemeyi ve hatta zor olsa da yeniden sevmeyi denemelisin. Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin biliyorum. Yüreğini incitenler seni üzenler, yıpratanlar içini acıtsa da sen yüreğini koru. Yüreğinde taşıdığın senden gelen ve senle devam edecek tüm insancıl duygularını koru. Sevdayı koru mesela...




İlkbaharın yeşilini, yazın sarısını, kışın beyazını, sonbaharın düşen yapraklarını ve elbette güneşin sıcaklığını… Ziyan olmuş ömürden geriye ne kaldı yalnızlık demiştin hatırlarsın iki kere beş on elde var bir der gibi. Sen kendini biliyorsun ya var oluşun ilk halidir bu ama herşeyi kendinden bilmek den halidir ki buda çok tehlikelidir. Hayat bizi hep sınar hem yoklukla hem bollukla. Hayat hep sorular sorunlar denklemler çıkarır, kimisinin hafızası kuvvetlidir çoğu sorunun yanıtı ezberindedir, kimisi doyumsuzdur her an yeni bir yanıtın peşindedir. Hayat kavga hayat mücadeledir. Kavgada sonuç ve istenilen kazanmaktır. Düşün ki kimisi birinin kaybı sayesinde kazanır ama sen kaybetsen de kazananlardan olmanın yolunu bulmalısın.



Hayatı ıskalamak gibi bir lüksün yok arkadaş. Yazmalısın bunu sadece baş harfleri büyükçe değil her harfini büyükçe beynine. Alış veriş halinde değil miyiz hayatla? Sen alabileceğin birşey için verdin ki bu sevgiydi, insanca duygulardı, senden alanlar ise aldıklarını geri verecek durumda değillerdi gönülden.



Hayat adı verilen trendeyiz arkadaş. Bindiğimiz yer bindiğimiz durak belli de nerde nasıl ineceğimiz belli değil. Sen hala zorun peşindesin bırakma kovala zor olan herşeyi ama kovalarken de düşün hızla koşarken de göremediklerini. Kaybettiklerinin yanında koruyabildiklerini mesela… Gülümsemeyi kaybetmemişsin, gülen gözlerle bakabiliyorsun gökyüzüne, düşünmeyi yorumlamayı ve en önemlisi anlamayı unutmamışsın. Bide sevmeyi unutmamışsın, sevmek evrenselliktir ya zaten kimsenin tekelinde olmayan bu bağlamda kimseye borcun yok. Bugün yeni bir gün en erken bugün en geç yarın sabah gülen yüzle karşıla sabahı ve en sıcak sesinle karşıla. Müjdeler verecek sana aramızda kalsın. İnan her şey daha güzel olacak. İnanmakla başlayacak her şey…



Hadi gülümse.


Uğurtan AKGÜL:
Hep böyle uzak mı bakar gözlerin, hep mavi ışıltılar içerisindeyken sarının melankolisi mi başını döndüren, yoksa küçük çırpınışların yol bulma mücadelesi mi bilinmeyen tarih yolculuğunda kelimelerin kifayetsizliği ve eski uygarlıkların keşfi derinliğinde?




Titreyen üşüyen hatta yüzyıllardır yalnızlığı ispatlarcasına yüreğine ve nefesine efsunlu fısıltılar gibiydi hatıralar. Gülünce yüzyıllarca karanlığın altında uyuyan şehirler, gülünce düşlerin ardındaki gerçekler, gülünce egenin en güzel nağmeleri parmak uçlarında en bilindik şekliyle hayat bulacak…



Konuştukça, senle konuştukça senle konuşamadıklarım, senle paylaşamadıklarım geliyor aklıma. Sen konuştukça seni göremediğim, adresini bilemediğim çıkmazlar geliyor, hayat kitabının tozlu sayfalarından çıkan hikâyeler oluyorsun hiç okunmamışından...



Ama görüyorum ki; Sıkıntılar, anlık heyecanlar ve sessiz çırpınışlar içerisindesin. Ömür dediğin bir soluk bir of diyecek kadar kısa, zaman dediğin bir yudum su, hayat dediğin mevsimler gibi her anı değişik renkte. Olabildiğince yavaş yürümelisin attığın adımın farkında olarak geriye dönüp bakmadan önüne çıkacak güzellikleri hayal ederek. İnanmasan da buna boşver sen söyleme yinede dillendirme.



Ağlarken gülmeyi, susarak konuşmayı, bakarken görmemeyi öğren bırak serseri desinler bırak deli de desinler bozma büyüsünü yalanda olsa herşey. Kim bilir, kim bilebilir ki şairin dediği gibi “Güle ulaşmanın yolu dikenden geçer”



Şimdi vakit yüreğine şekil verme zamanıdır. Soğuyan demir nasıl şekillenmezse ısınmadan kırmızıya dönüşmeden ateşin harıyla tüm sıcaklığınla vur yüreğine. Korkuyla titrediğin uykusuz gecelerin ardından güneşli sabahları kurtarıcı olarak beklediğini düşün vur tüm gücünle, şehrin ışıklarının şafakla gelen aydınlıkla kaybolacağını bildiğin gibi, dilek tutup denize attığın çakıl taşlarının dibe batışı gibi vur tüm gücünle vur ki uslansın.



Geceyi yarılayalı epeyce oldu, saat 03.00’ı göstermede. Düşündüm de; Bu kaçıncı sessizliğe uyanışın, kaçıncı mevsim, kaçıncı gurbet gecesi ve dalgaların kıyıya kaçıncı randevusu…



Haydi, durma öyle şaşkın şaşkın uzat ellerini;



Kalbinin derinliklerinden gelen uğultulara kulak ver, aklına en son geleceklerin ilk başta olmasından mutlu ol. Kendine acımasız ol, küskünlüklere küs, kırgınlıklarını yılgınlıklarını yeni güne yamamaktan usan, gönlünün adresini değiştir, ulaşılmaz olmanın güzelliğini yaşa, eski sana ulaşmayı deneyenler bilmedikleri sende kaybolsunlar mesela.



J Gözlerinin derininde sakladığın canlı tuttuğun çocuksu bakışları kime hediye edeceğini düşün, gitmelerin sancısı sebebiyle gelmelere engel olan yüreğinin şifresini değiştir mesela J



Ayağına dolanıp seni tökezletecek taşları, düşünceleri sök at benliğinden. Düşünsene saksında büyüttüğün sardunyalar gibi yarına dair umutlar büyüt yeşilin tazeliğinde.



Haydi, durma öyle şaşkın şaşkın uzat ellerini;



Karanlıkları boğmaya gidiyoruz seninle, lisanı sevda, insanları yürek, karanlığı hep beyaz olan kayıp şehre davetliyiz. Umudun teknesinde yerimiz hazır. Sevdalı denizlerin yaramaz çocukları martılar yoldaşlık edecekler bize. Savaşlar cesaretle kazanılır, yollar azimle aşılır.



Haydi, durma öyle şaşkın şaşkın uzat ellerini;



Ömrünün kaçıncı sayfasındasın, neresindesin o kitabın bilmiyorum ama bundan öncesini yırt at mazinin soğuk yüzünden kurtul. Korkma ben varken ulaşamazlar ilişemezler sana. Kendi adını bilip hecelediğin gibi, nefes gibi, mavinin en derini gibi yaşamaktan korkma yüzlerce kez de söndürsen de içindeki ışığı.



Haydi, durma öyle şaşkın şaşkın uzat ellerini;



Bir elinde elma şekerin diğer elindeki rengârenk balonlara sevinen çocuksuluğunla kucakla yaşamı



Gürül gürül ak hayata…



Uğurtan AKGÜL




1 Kasım 2009 Pazar



Senden sonra hiçbir şey eskisi gibi değil. Gittiğinden beri sızlıyor kalbim. Ne çok gözyaşı varmış meğer insanın vücudunda, şaşırıyorum. Ağladıkça büyüyor hasret, sensizliğe direnmek zor.




Bir Daha Kimseyi Sevmeyeceğim!
Çalıntı bir anıya tutunuyorum akşamları, zehirli bir aşkın içinden ne kaldıysa, hepsi o! Bunaldığımda kendimi yollara vuruyorum. Kayboluyorum bilmediğim sokaklarda, üstüme yağmur yağıyor. Yüzümde, elinden oyuncağı alınmış bir çocuk edası, dilimde hasret türküleriyle geziyorum gün ağarıncaya kadar.

Yaşamın amacını sorguluyorum. Aşkın gerçekliğini ve kimin, kimlerin daha çok kanatabildiğini düşünüyorum. Sevdanın da çürümüş bir yanı olmalı, yoksa sevdiğini kimsesizliğe itebilecek kadar vurdumduymaz olamaz insanlar, olmamalı!

Sesini duymak istiyorum. Elim hep telefona gidiyor ama ya cevap vermezsen? Beni bırakmandan daha büyük bir uçurum olur yok sayılmak. Dayanamam diye aramıyorum. Zaten ne diyeceğimi de bilmiyorum. Sorum çok ama hiçbirini soracak cesaretim yok. Kadere de yükleyebilirim bu ilişkinin suçunu ama nafile bir son çırpınıştan öteye gitmez, biliyorum.

Teslimiyet ne kötüdür ve neden böylesine başkasının ellerine bırakır ki insan yüreğini? Aşk acısı dediğin, aslında bedel midir? Öyleyse, benim de acı çektirdiğim birileri olmalı geçmişte ama hatırlamıyorum. Belki de gelecekte yaşanacakların bedelini peşin ödüyorumdur. Kırılmayı öğrenmiş bir gönül, başkasını hırçınlıkla yıkabilir mi?

Gelecek diyorum kendi kendime, bir gelecek yok ki! Bir daha kimseyi böyle sevmeyeceğim. Kurtarılacak bir ruhum yok artık. Sevmek birini kurtarmaktır oysa, en kötü ihtimalle kendini sakınırsın. Hissettiğim çaresizliğe bile öfke duyuyorum. Bu kadar aciz olmaya dayanamıyorum. Yine de sanki ellerim, kalbim bağlı; ne yapsam sensizlikten kaçamıyorum.

Sokakta insanlar dolaşıyor, milyonlarca insan ama ben gidip seni seçiyorum. Neden? Ah! Bu sorunun yanıtı yok, içimde de buna cevap verecek bir ses yok. Yine sessizlik! Evimde oturmuş tek başıma, yaşadığımız her şeye bir anlam yüklemeye çalışıyorum. Sadece değerli kılmak için, geriye dönüp baktığımda sorgulamadan gülümsemek için bütün çabam.

Merak ediyorum, seni de terk edenler olmuş muydu bir gece yarısı? Hiç ağlamış mıydın? Yalnızlığınla yüzleşerek kahretmiş miydin? Sen de bir daha sevmeyeceğine yemin etmiş miydin? Acaba beni o yüzden mi sevemedin?alıntı***