22 Kasım 2009 Pazar

Hep böyle uzak mı bakar gözlerin, hep mavi ışıltılar içerisindeyken sarının melankolisi mi başını döndüren, yoksa küçük çırpınışların yol bulma mücadelesi mi bilinmeyen tarih yolculuğunda kelimelerin kifayetsizliği ve eski uygarlıkların keşfi derinliğinde?




Titreyen üşüyen hatta yüzyıllardır yalnızlığı ispatlarcasına yüreğine ve nefesine efsunlu fısıltılar gibiydi hatıralar. Gülünce yüzyıllarca karanlığın altında uyuyan şehirler, gülünce düşlerin ardındaki gerçekler, gülünce egenin en güzel nağmeleri parmak uçlarında en bilindik şekliyle hayat bulacak…



Konuştukça, senle konuştukça senle konuşamadıklarım, senle paylaşamadıklarım geliyor aklıma. Sen konuştukça seni göremediğim, adresini bilemediğim çıkmazlar geliyor, hayat kitabının tozlu sayfalarından çıkan hikâyeler oluyorsun hiç okunmamışından...



Ama görüyorum ki; Sıkıntılar, anlık heyecanlar ve sessiz çırpınışlar içerisindesin. Ömür dediğin bir soluk bir of diyecek kadar kısa, zaman dediğin bir yudum su, hayat dediğin mevsimler gibi her anı değişik renkte. Olabildiğince yavaş yürümelisin attığın adımın farkında olarak geriye dönüp bakmadan önüne çıkacak güzellikleri hayal ederek. İnanmasan da buna boşver sen söyleme yinede dillendirme.



Ağlarken gülmeyi, susarak konuşmayı, bakarken görmemeyi öğren bırak serseri desinler bırak deli de desinler bozma büyüsünü yalanda olsa herşey. Kim bilir, kim bilebilir ki şairin dediği gibi “Güle ulaşmanın yolu dikenden geçer”



Şimdi vakit yüreğine şekil verme zamanıdır. Soğuyan demir nasıl şekillenmezse ısınmadan kırmızıya dönüşmeden ateşin harıyla tüm sıcaklığınla vur yüreğine. Korkuyla titrediğin uykusuz gecelerin ardından güneşli sabahları kurtarıcı olarak beklediğini düşün vur tüm gücünle, şehrin ışıklarının şafakla gelen aydınlıkla kaybolacağını bildiğin gibi, dilek tutup denize attığın çakıl taşlarının dibe batışı gibi vur tüm gücünle vur ki uslansın.



Geceyi yarılayalı epeyce oldu, saat 03.00’ı göstermede. Düşündüm de; Bu kaçıncı sessizliğe uyanışın, kaçıncı mevsim, kaçıncı gurbet gecesi ve dalgaların kıyıya kaçıncı randevusu…



Haydi, durma öyle şaşkın şaşkın uzat ellerini;



Kalbinin derinliklerinden gelen uğultulara kulak ver, aklına en son geleceklerin ilk başta olmasından mutlu ol. Kendine acımasız ol, küskünlüklere küs, kırgınlıklarını yılgınlıklarını yeni güne yamamaktan usan, gönlünün adresini değiştir, ulaşılmaz olmanın güzelliğini yaşa, eski sana ulaşmayı deneyenler bilmedikleri sende kaybolsunlar mesela.



J Gözlerinin derininde sakladığın canlı tuttuğun çocuksu bakışları kime hediye edeceğini düşün, gitmelerin sancısı sebebiyle gelmelere engel olan yüreğinin şifresini değiştir mesela J



Ayağına dolanıp seni tökezletecek taşları, düşünceleri sök at benliğinden. Düşünsene saksında büyüttüğün sardunyalar gibi yarına dair umutlar büyüt yeşilin tazeliğinde.



Haydi, durma öyle şaşkın şaşkın uzat ellerini;



Karanlıkları boğmaya gidiyoruz seninle, lisanı sevda, insanları yürek, karanlığı hep beyaz olan kayıp şehre davetliyiz. Umudun teknesinde yerimiz hazır. Sevdalı denizlerin yaramaz çocukları martılar yoldaşlık edecekler bize. Savaşlar cesaretle kazanılır, yollar azimle aşılır.



Haydi, durma öyle şaşkın şaşkın uzat ellerini;



Ömrünün kaçıncı sayfasındasın, neresindesin o kitabın bilmiyorum ama bundan öncesini yırt at mazinin soğuk yüzünden kurtul. Korkma ben varken ulaşamazlar ilişemezler sana. Kendi adını bilip hecelediğin gibi, nefes gibi, mavinin en derini gibi yaşamaktan korkma yüzlerce kez de söndürsen de içindeki ışığı.



Haydi, durma öyle şaşkın şaşkın uzat ellerini;



Bir elinde elma şekerin diğer elindeki rengârenk balonlara sevinen çocuksuluğunla kucakla yaşamı



Gürül gürül ak hayata…



Uğurtan AKGÜL




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder